10 Aralık 2008 Çarşamba

California Highway One

San Francisco'da geçirdiğimiz günlerden sonra önümüzdeki 4 gün boyunca California'nın en meşhur rotalarından biri olan 485 millik (780 km) Highway One'ı kullanarak San Francisco(SF)'dan Los Angeles(LA)'a gitmeyi planlıyoruz. Yandaki resimde kıyı boyunca giden mavi renkli yolu kullanacağız. Bu rotayı kuzeyden güneye doğru yapmayı tavsiye ediyorum, bu sayede okyanus yolun sağ tarafında kalıyor ve "vista point" lere rahatlıkla girip çıkabiliyorsunuz. Yolun manzaralı güzel noktalarına  "vista point" denilen küçük cepler yapılmış ve bu ceplere yaklaşmadan önce konulan tabelalar ile sürücülere bilgi veriliyor. Çok başarılı bir uygulama. Dağlık arazi ve okyanus kıyısında ki 780 km'lik yolda ne kadar çok "vista point" olduğunu siz tahmin edin.

SF'den günlüğü tüm vergiler ve GPS cihazı dahil 75 dolardan bir araba kiralıyoruz. En düşük sınıftan bir araç istememize rağmen ellerinde hazır bir araç olmadığından orta sınıf bir Chreysler Sedan teslim ediyorlar. İlk defa bu gezide kullandığım GPS  cihazı o kadar çok işe yaradıki bir daha GPS'im olmadan yola çıkamaz hale geldim. Kalacağımız otelden, restoran ve mola yerlerine varana kadar en büyük yardımcımız.

Santa Cruz

İlk molamızı Santa Cruz'da veriyoruz. Okyanus kıyısında güzel evlerin ve büyük bir kumsalın olduğu sakin bir kasaba. Santa Cruz'a girmiş, şaşkın bir şekilde etrafa bakınarak arabayı park edebilceğimiz bir yer ararken karşımıza çıkan iyi giyimli birisinin bize yardımcı olacak herhalde derken yanaşıp bizden "yolda kaldığını ve birkaç dolara ihtiyacı olduğunu" duyunca aklımıza birden ABD'nin meşhur seri katilleri geliyor. Bir şekilde adamdan kurtulup Santa Cruz'da fazla oyalanmadan yolumuza devam ediyoruz.

Monterey Bay


Akşam saatlerinde vardığımız Monterey Bay'da GPS yardımı ile bulduğumuz Sand Dollar Inn'de geceliği 65 dolardan konaklıyoruz. Monterey Bay, Santa Cruz'a göre daha büyük bir kasaba. Otel sayısına bakılacak olursa yoğun sezonda oldukça kalabalık oluyor ancak bu Aralık ayında oldukça tenha hatta akşam yemeği için uygun bir yer bulamıyoruz ve neredeyse açık olan tek fast food'cuda karnımızı doyuruyoruz.

Monterey Bay'ı bu sezonda tercih edilir kılan şey ise her sene bu tarihlerde civar koylarda konaklamaya gelen balinalar. Fisherman Wharf'da bulduğumuz bir tur şirketinin sabah erken saatte bir balina gözlem turu olduğunu öğrenip erken kalkmak üzere otele dönüyoruz.


Adam başı 40 dolar olan tur yaklaşık 2,5-3 saat kadar sürüyor. Ama balinaları görmek için süre dahada uzatılabiliyor. Keza biz "Pacific Explorer" adlı tekne ile yaklaşık 4 saat kadar denizde kaldık. Limandan çıkarken bölgede çok sayıda bulunan deniz aslanlarını yakından görüyoruz.


Koca okyanusta tekne ile balina peşine düşüyoruz. Bu sırada yunuslar ve fok balıklarında bize eşlik ediyorlar. 2 saatin sonunda nihayet balinaların izini bulduk. Koca gövdelerini sudan çıkarmadan önce nefeslerini duyabiliyoruz. Denizde bu kadar büyük canlıların bulunuyor olduğunu görmek tüyler ürpertici ama onlara yaklaşınca ne kadar sakin tabiatlı hayvalar olduklarını anlayabiliyorsunuz.


Tur dönüşü Monterey Bay'de bir gece daha kalmaya karar veriyoruz. Monterey Bay'ın deniz akvaryumuda çok meşhur ancak daha önce defalarca akvaryum gördüğümüzden onun yerine bu bölgeye yakın olan 17 Mile Drive denilen bölgeye gidiyoruz.

17-Mile Drive

Ormalık alan, golf sahaları, özel villalar, kumsallar ve kayalıklardan oluşan bu özel bölgeye girmek için ücret ödemek gerekiyor (Araç başı 10 dolar). Yaklaşık 30 km'lik bir yola sahip bölgede neredeyse bütün günü geçirmek mümkün.

Akşama doğru, deniz aslanları ve deniz kuşları ile birlikte güneşi pasifik okyanusunda batırdıktan sonra otelimize dönüyoruz.


Carmel-By-The Sea
Sabah otelde kahvaltımızı edip erkenden yola çıkıyoruz,  önce Monterey Bay'ın hemen yakınındaki Carmel'e uğruyoruz. Yol boyunca gördüğümüz en sevimli kasaba burası. Varlıklı bir kesimin mesken tuttuğunu söylemek çok zor değil.


Carmel'de yaşayan halkın aldığı karara göre, kasabada hiç otel ve fast-food restoranı yok. Belki fazla elitist bir yaklaşım ama kasabanın sakınliği ve sevimliliğini görünce kararlarına katılmamak elde değil.

Big Sur

Carmel'de fazla oyalanmadan yola devam ediyoruz çünkü bugün 100 millik Big Sur Coast'u geçeceğiz. Akşam Morro Bay'e varmış olmamız gerekiyor. Big Sur boyunca neredeyse hiç yerleşim ve konaklama imkanı yok. Bir iki kamp olduğunu öğreniyoruz ama bu mevsimde açık olduklarından emin değilim.

Yol 160 km boyunca, bizdeki Kaş-Kalkan yolu gibi, yüksek dağ yamaçlarından sağ yanınızda uçurum ve okyanus boyunca yüzlerce virajdan, iniş ve çıkışlardan olşuyor. Buna birde çok sayıdaki "vista point" de eklenince yola iyiki erken çıkmışız diyoruz.



Yol boyunca sayısız milli park alanı var. İlk girdiğimiz milli parkta ödediğimiz küçük bir ücret ile aynı gün yol boyunca tüm milli parklara girebiliyorsunuz.



Big Sur'un sonlarına doğru Morro Bay yakınlarında ana yoldan 2-3 mil kadar içeride Hearts Castle denilen bir mekan var. Biz okuduklarımızdan mekanın fazla turistik bir yer olduğunu düşünüp gitmemeye karar veriyoruz ancak isteyenler için detaylı bilgi şu linkte bulunuyor.

Morro Bay
Hava kararmak üzereyken vardığımız Morro Bay'da hemen bir motel bulup yerleşiyoruz. Moteldeki tek müşteri biziz. Odamıza yerleşip, yemek yemek için dışarı çıktığımızda sadece otelde değil kasabadaki neredeyse tek canlı bizmişiz hissine kapılıyoruz. GPS'imiz yardımı ile yemek yiyecek bir yer ararken geçtiğimiz kasabanın ana caddesi dahil her yerde in cin top oynuyor. GPS'in tarif ettiği yerlerin bir çoğu saat çok geç olmamasına rağmen kapalı. Sonunda uzaktan görünen ışıkları ile açık olduğunu anladığımız bir çin restoranına girdiğimizde neredeyse tüm kasabanın burada olduğunu görüyoruz. Bugün bu restoranın açık büfe çin yemeği günüymüş. Bizde adam başı yaklaşık 20$'a açık büfe çin yemeğine doyuyoruz.

Kasabanın en ilginç yanı denizin içinden fırlamış gibi görünen ünlü dağı. Ama Morro Bay'de nedense hiç fotoğraf çekmemişiz.  Bu yüzden internetten bulduğum bir fotoğrafı paylaşıyorum.


Pismo Beach

Yol boyunca gördüğümüz sevimli mekanlardan birisi daha. 8 mil boyunca uzanan plajı, ince kumları , büyük kum tepeleri, golf sahaları, kamp alanları ve yeşillikleri ile sakin sevimli, bir tatil kasabası.



Pismo Beach'i ilginç kılan şeylerden bir diğeri ise Kral Kelebekleri. Kışı geçirmek için Kuzey Amerika'dan güneye doğru göç eden bu kelebeklerden büyük bir koloni (yalaşık 25.000 kelebek) her yıl Kasım aylarında Pismo Beach'e gelerek buradaki okaliptus ağaçlarına yerleşiyorlar. Aşağıdaki fotoğrafta ağaç dallarında  salkım salkım görünenler aslında bu kral kelebekleri.

Pismo yakınlarında yer alan Doğal Yaşam Koruma Alanında yer alan Oso Flaco Gölü parkında dolaşırken bir bir rakun ailesi bize eşlik ediyor.


Santa Barbara'ya doğru giderken Los Alamos'ta yol üzerinde durup yediğimiz burrito'nun tadını unutabilmiş değilim.

Santa Barbara
İki haftalık California gezimizin sonuna yaklaşıyoruz, yorgunluk had safhada olacak ki, Santa Barbara'da fotoğraf makinemizi yanımıza almadan dışarı çıkmışız. Elimde sadece kaldığımız Presidio Hotel'deki odanın fotoğrafı var. Ama paylaşmaya değer. Otel uygun fiyatına rağmen butik otel havasında oldukça şirin bir yer. Rahatlıkla tavsiye edebilirim.

Santa Barbara, Los Angeles'a yakınlığının etkisi ile oldukça büyük ve hareketli bir yer. Şehrin ana caddesi State street boyunca aşağı yukarı yürüyoruz. Gece hayatınında renkli ve harektli olduğunu söyleyebilirim.

Los Angeles
Yolda çok oyalandığımız için LA'ı görmek için zamanımız kalmıyor. LA'e ulaşıp uçağa yetişmemiz gerekiyor. Santa Barbara'dan sabah çok erken saatte yola çıkıyoruz. Uçağımız öğle saatlerinde ve trafiğe takılmadan havaalanına ulaşıp arabayı teslim etmemiz gerekiyor. Yoğun trafik bir yana LA'e yaklaştıkça yollarda karmaşıklaşıyor. GPS'in tarif ettiği rota'yı takip etmek gittikçe zorlaşıyor. Çıkış yapmamız gereken bir kaç yeri kaçırıyorum ve yanlış yollara sapıyorum. Keza yolar çok karmaşık altlı-üstlü köprüler, birbirine bağlanan yollar, LA'in meşhur yolları filmlerde gördüklerimizden daha beter.

Uzunca bir uğraşıdan sonra kiralık arabamızı teslim edeceğimiz yere varıyoruz. Bir saat daha vaktimiz olduğunu görünce yakınlardaki meşhur Venice Beach'e gitmek istiyorum. Ama vakit sınırlı, oraya varınca 5-10 dakikadan fazla vaktim olmayacağını biliyorum ama gezgin ruhu ağır basıyor. Venice Beach'e varıyoruz. zor bela bir park yeri bulup, 5-10 dakikalığına Venice Beach'i görüyoruz. Bildiğin plaj işte ;)

Arabanın başına dönünce bir sürpriz bekliyor bizi, Bayan bir polis memuru arabanın başında ve ceza kesiyor. Türk usulü dil döküyorum ama nafile. Hayatımda ilk ve şimdilik tek trafik cezamı yemiş oluyorum. Sebep uygunsuz yere park ve cezası 70$. (Şu satırları yazdığım 2010 Ağustos ayına kadar bu ceza hala yediğim tek trafik cezası olarak kalıyor).


18 Haziran 2008 Çarşamba

Fas


Marakesh
Bu seferki seyahatimizi, Faslıların Arapça 'en batıdaki yer' anlamına gelen Magrip olarak adlandırdıkları, bizim ise Osmanlı zamanlarında Fes şehrinde hüküm süren hanedanlık ile olan ilişkiler sebebi ile Fas olarak adlandırdığımız Kuzey Afrikanın en batıdaki ülkesine yapıyoruz. Planımız, Kazablanka'dan trenle kızıl şehir Marakesh'e geçmek, orada bir kaç gün kaldıktan sonra, Erfoud yakınlarında çöle , bir balıkçı kasabası olan Essaouira'ya ve kültür başkenti Fes'e gidip, tekrar Kazablanka üzerinden Türkiye'ye geri dönmek. Sadece ilk gün gideceğimiz Marakesh'deki pansiyon rezervasyonunu internet üzerinden yapıp, geri kalan planı gezi sırasında yapmak üzere yola çıkıyoruz. Yolculuğumuza THY’nin Ankara-İstanbul-Kazablanka seferi ile başlıyoruz. İstanbul'dan 4,5 saatlik yolculuk ile, Kazablanka Muhammed IV havaalanına varıyoruz.

Kazablanka havaalanı şehrin 20 küsür kilometre dışında, şehre havaalanının altındaki tren istasyonundan ulaşmak mümkün. Yarım saatlik bir yolculuk sonrasında Casa Voyegeur tren istasyonunda inerek, 1 saat sonraki Marakesh trenini beklemeye başlıyoruz.Trenlerde 1. ve 2. sınıf bilet uygulaması var, 1. sınıf biletlerde 6 kişilik kompartımanlarda koltuk numaralarınız ayrılmış oluyor, 2. sınıf biletlerde ise boş bulduğunuz yere oturuyorsunuz. Trenler oldukça dakik, nispeten temiz ve hızlı. Ancak tuvaletler için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Trende sandviç , su, kahve gibi servisler bulmak mümkün. 

4 saatlik keyifli bir tren yolculuğu sonrası kızıl şehir Marakesh’e varıyoruz. Ankara’dan yola çıkalı aktarmalarla birlikte yaklaşık 15 saat olmuş ve yorgunluktan ölmek üzereyiz. Yola çıkmadan önce internetten rezervasyonunu yaptırdığımız pansiyonumuza son bir adım kaldı. Marakesh’in büyük bir labirenti andıran eski şehir(Medina) bölgesindeki pansiyonu bulmak neredeyse imkansız gibi. Tren istasyonu çıkışında etrafımızı saran ilk taksici dalgasını atlattıktan sonra, daha makul olan ikinci dalgadan rasgele bir taksici seçerek ilk pazarlığımızı yapıyoruz. 100 dirhem ile başlayan pazarlığı yorgunluğunda etkisi ile 40 dirhemde bitiriyoruz. Şehir içi ulaşımın büyük bir kısmı “petit taxi” denilen küçük taksiler ile sağlanıyor. Aslında hepsinde taksimetre var ama turistler için pazarlık yöntemi geçerli :))

Marakesh’in kendisi gibi trafiği de tam bir kaos. Yeni şehrin bulvarlarında araba, kamyon, motosiklet ve yayalardan oluşan bu kaos eski şehirde yerini yayalar, motosikletler ve eşeklere bırakıyor. Yanyana iki-üç yayanın bile zorlukla geçebildiği daracık medina sokaklarında taksi ile yaptığımız yolculuğu unutmak mümkün değil. Yaşadığımız şoku farkeden taksi şoförü, arabanın giremeyeceği kadar dar bir sokakta olan pansiyonun önüne kadar bizi bırakmak için fazladan bir 10 dirhem daha alıyor.
Eski şehir medinanın tüm karmaşa ve kaos ortamı pansiyonumuza girdiğimiz anda geride kalıyor. Dışarının kaos ortamının tam aksine içeride büyük bir sessizlik ve huzur hüküm sürüyor. Fas'ın eski evleri Türkiye'deki eski anadolu konaklarını andırıyor. Ortada bir avlu ve dört tarafı 3-4 katlı bir bina ile çevrili. "Riad" denilen bu geleneksel evlerin her birinin avlusunda mutlaka küçük bir süs havuzu bulunuyor. Fas'ın sıcak ikliminde geleneksel bir serinleme yöntemi.
Marakesh medina'daki bu riadların bir kısmı pansiyon olarak kullanılıyor. Genellikle Fransız'lar tarafından işletilen bu pansiyonlar yeni şehirdeki otellerden bile daha pahalılar. Ama iç dekorasyonları göz alıcı, eski Fas el işi süslemeleri ile donatılmışlar ve her birinin terasından medina'nın labirentinin diğer teraslarını görmek mümkün...Yorgunluğumuzu atar atmaz soluğu tekrar medina'nın labirentlerinde alıyoruz. Akşam saatleri geldiğinden serinlikle beraber sokaklar kalabalıklaşmış. Medina labirentinte geri dönüş yolunu bulabilmek için büyük bir dikkatle yönümüzü Marakesh'in meşhur meydanı Jema-el Fenaa'ya çeviriyoruz.

Cehennem(Jema-el Fenaa) meydanı, ismine yakışır bir şekilde ve Marakesh'in tüm kaosunun bir özeti gibi; onlarca yiyecek standı, portakal suyu satıcıları, sucular, çaycılar, yılan oynatıcıları, falcılar, masalcılar, danscılar... Meydan, aslında Marakeshlilere hizmet ediyor ama en az Faslılar kadar yabancı turist kaynıyor. Biz turistlerden çok yerel halkın çoğunlukta olduğu yemek standlarında karnımızı doyurmaya çalışıyoruz. Yemek standlarının ve masalarının çok temiz olduğunu söylemek mümkün değil. Bir önceki müşteriden boşalan yere oturuyorsunuz ve onlardan kalan çatal-tabağı söyle bir sudan geçirip tekrar önünüze koyuveriyorlar. Açlık ve yemeklerin iştah açıcı görüntüleri tüm hijyen kurallarını unutturuyor bize. Sis kebap, sucuk ve harira dedikleri yerel bir mezeden oluşan yemeğimizi ancak yarıladıktan sonra resim çekmek geliyor aklımıza. Yemekten sonra bu sefer bir tatlı ve cay standının önünde yerimizi alıyoruz.

Fransızların etkisi ile cafe ve kahve kültürüde oldukça gelişmiş. Şehrin hemen her yerinde şirin cafelerde "cafe a latte" ve geleneksel bol şekerli, taze nane çayı içmek mümkün.

Marakesh'de görülmesi gereken yerler arasında Bahia sarayı, Koutoubia Bahçesi, Ben Yousuf Medresesi gibi mekanlar var. Ama asıl görülmesi gereken medina sokakları. Medinanın labirent misali sokaklarında, kaybolmamaya dikkat ederek, amaçsızca dolaşmak Marakesh'de yapılacak en güzel şeylerden biri.


Quarzazate-Erfoud-Sahara
Marakesh'de yerel bir turizm acentası ile anlaşıp 3-4 günlüğüne Fas'ın içlerine ve çöle doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Klimasız, kücük bir minibüs olan araçta, bizden başka bir Avusturalya'lı, iki İngiliz, iki Singapurlu bayan ve uzun yıllardır Kanada'da yaşayan ve kendi ülkesini gezmeye gelen bir Fas'lı var. Şanslıyız çünkü aynı zamanda rehberimiz olduğu söylenen soförümüz tek kelime ingilizce bilmiyor. Fas'lı yolcu sayesinde, bir rehberden öğrenebileceklerimizden fazlasını öğreniyoruz yol boyunca.

Rotamız; önce Marakesh'in güneyinden Atlas dağlarını aşarak Aid Ben Haddao, Quarzazate, ve sonra kuzeye doğru giderek Erfoud ve Sahara...

Aid Ben Haddao; Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan, bir çok filme sahne olmuş (Çölde Çay, Arabistanlı Lawrance, Gladyatör gibi) kale görünümlü muhteşem bir kasaba. Günümüzde halk kasabanın hemen önünden geçen nehrin karşı kıyısında yaşıyor ve kasabada sadece bir kaç sanat galerisi ve el işi mağazasının açılmasına izin verilmiş. Bu sebeple kasabanın ıssız sokaklarına adım atar atmaz kendinizi birden bire yüzyıllar öncesine gitmiş veya tarihi bir filmin setinde bulmuş gibi hissediyorsunuz.


Quarzazate; Berberi dilinde çöle açılan kapı anlamına geliyormuş. Afrikanın içlerinden gelen kervanların buluşma noktası olarak güçlenen kasaba günümüzde Amerikan film endüstrisine hizmet eden stüdyoları ile ünlenmiş durumda.

Çöle doğru yaptığımız yolculuk boyunca, Fas'ın değişik coğrafi yapısı ve yerel yaşamından güzel kareler yakalıyoruz.





Todra Gorge


Sahara
Neredeyse bu yolculuğa çıkmamızdaki tek amacımız... Çöl'de Çay filmi ile zihinlerimize kazınan o görüntüleri canlı olarak görme isteği bizi buralara kadar getirdi. Çöl denince hepimizin aklına gelen o klasik kumul çölü görüntüsü, aslında dünya üzerindeki çöllerin çok az bir kısmında var. Çöllerin büyük bir kısmı çorak taş-toprak karışımından oluşuyor. Kumullar çöllerin küçük bir kısmını ama o bilinen muhteşem görüntüsünü oluşturuyor. Fas, Büyük Sahra çölünün batı ucuna komşu, aracımız ile Erfoud yakınlarındaki Merzauga kasabasından çöle giriş yapıyoruz. Çölde bir süre ilerledikten sonra uzaktan kumulları görmeye başlıyoruz. Kumulların hemen dibinde araçlarımızdan inerek develere biniyoruz ve yaklaşık 2 saatlik yolculuk ile günün geri kalanını ve geceyi geçireceğimiz Berberi kampına ulaşıyoruz. Berberiler çölde göçebe olarak yaşıyorlar ve çölün zor şartlarından olsa gerek hem fiziken hemde mizaç olarak Faslılara göre daha sert görünümlüler.



Çöldeki Berberi kampında tek bir tencereden, ellerimizle yediğimiz tavuklu tajinin tadı hala damağımdadır. Gece kamp çadırlarının dışına çıkardığımız yataklarda ve milyonlarca yıldızın altında keyfli ve bol kumlu bir gece geçirdik. Sabahleyin 3 günlük turumuzun sonunda tekrar Marakesh'e dönmek üzere yola çıkıyoruz.


Essauoira
Mavi şehir, Essauoira bir balıkçı kasabası, Marakesh'e otobüs ile 4 saat uzaklıkta. Farklı otobüs firmaları ile gitmek mümkün ama şehir içinde kendi terminalinden hareket etmesi ve klimalı olması sebebi ile biz Supratur isimli firmayı seçtik. Yolda tanışdığımız, yalnız gezen Avusturalyalı bayan arkadaşımız Sam'de bize katıldı. Kasabaya gelir gelmez kendimize kalacak şirin bir otel seçtik.

Essauoira'nın Fas'taki diğer şehirler gibi kendine has bir rengi var ve bir balıkçı kasabası olarak kendilerine maviyi seçmişler. Her balıkçı kasabasının alışılmış manzarası burada da var. Kayıklar ve martılar...

Kasaba, dar sokakları, mavi renkli evleri, km.lerce uzayan giden kumsalı, okyanusa kadar uzanan kumul tepeleri ile oldukça şirin bir yerleşim. Marrakesh'deki kaotik ortamdan sonra bu sakin ortam özellikle beni cezbetti.


Okyanustan çıkan balıkları, aynı gün içerisinde canlıyken satın alıp hemen oracıkta pişirip önünüze servis yapan küçük lokantalar var. Orada iken tanıştığımız iki ingiliz ve yol arkadaşımız Sam ile birlikte 5 kişi oturduğumuz sofrada, tezgahtaki hemen her balıktan yeme fırsatını bulduk. Bugüne kadar yediğim en lezzetli balıklar olduğunu söylemeliyim. Öyleki 2 gün kaldığımız Essauoira'da hemen hemen her öğün balık yedik. Zaten burada yemek ve sahilde yürüyüş yapmak dışında pek bir seçeneğiniz yok.



Akşam karanlığı çökerken oturduğumuz bir barda; Avusturalya, Bahreyn, İngiltere ve Türkiye'deki günlük hayat üzerine ve insan ilişkileri üzerine konuşurken aslında hayatın yerde aynı olduğunu farkettiğimiz bir anda Atlas okyanusu böyle gözüküyordu. Bir taraftan gelgit nedeni ile çekilen sular diğer taraftan rüzgarın etkisi ile kabaran deniz. Kasaba turizmden para kazandığı için burada alkollü içki bulmak Fas'ın diğer şehirlerine göre daha kolay.

Essauoira'daki dinginlik beni cezbetmişken ve burada daha fazla kalma planları yaparken, eşimin gezgin ruhu daha ağır basıyor ve önce Marakesh'e, daha sonra tren ile 10 saatlik bir yolculukla Fez'e doğru yola çıkmaya hazırlanıyoruz. Aklım hala balıklarda kaldı ama :(

FEZ
Şehrin ismi, uzun süreli iktidarı elinde bulunduran Fez hanedanlığından geliyor. Fez hanedanlığı döneminde başkent olan şehir bu sayede oldukça gelişmiş. Fez'in en önemli özelliği eski şehir Medina. Büyük duvarlarla çevrili eski şehir içinde, Marakesh'de olduğu gibi, birbirine bitişik inşa edilmiş evler, konaklar arasındaki labirenti andıran dar sokaklarda kaybolmak gerekiyor. Şehre hatırı sayılır miktarda turist geldiği için eski şehir medina sokaklarında çeşitli renk ve şekillerle belirlenmiş yürüyüş rotaları bulunuyor. 100'er metre arayla konulan bu işaretleri takip ederek seçtiğiniz yürüyüş rotasında dolaşmak mümkün. Ancak bazı yerlerde işaretleri bulmak dükkan tabelaları, kablolar vb. karmaşadan dolayı oldukça zorlaşıyor. Büyük bir labirentin içinde işaretlerin takibine Medina'nın mistik atmosferi de eklenince kendinizi bir hazine avının içinde gibi hissetmeye başlıyorsunuz. Eski şehir medina'yı bir cuma günü dolaştığımız için ve cuma günü resmi tatil olduğundan, boş sokakların tadını yeterince çıkarabildik. Ama bu durum, hep Fez'e bıraktığımız alışveriş fırsatını kaçırmamıza neden olduğundan eşimin pek hoşuna gitmedi maalesef...


Casablanca
Artık dönüşe yaklaştık, tekrar Casablanca'dayız. Son bir günümüzü, Casablanca'ya ayırıyoruz. Nedense Casablanca'nın, 1942 tarihli ünlü filme isim babalığı yapmasından kaynaklanan pekte hakkettiğini düşünmediğim bir ünü var. Şehrin kendine ait pek bir özelliği yok. Ülkenin atlas okyanusuna ve atlantik ötesi yolculuklara açılan bir kapısı. Liman kenti olması sebebi ile ülkenin iç kısımlarında görülen muhafazakarlık burada pek yok. Şehrin en önemli özelliği, aynı anda 120 bin kişiyi barındırabilen dünyanın 2. büyük camisi olduğu söylenen 2.Hasan camii. Caminin kendisi gibi aksesuarlarıda çok büyük.


Şehirde yaşayanların en sevdiği aktivite, okyanus kıyısında yürüyüş yapmak. Öyleki akşama doğru sahil yoğun bir yaya trafiğine şahit oluyor. Bizde yoğun geçen iki haftanın ardından yorgunluğumuzu, Atlas okyanusu kıyısında, güneşin batışını izleyerek atıyoruz, başka bir seyahatte, aynı güneşi bu sefer farklı bir okyanus kıyısında batırmayı planlayarak...



Notlar:
  • Seyahat boyunca okuduğum kitaplar; Simyacı, Fasta Yolculuk.
  • Fas nispeten ucuz bir ülke, konaklama hariç.
  • 2 Haftalık bu gezinin maliyeti, uçak, konaklama vb. herşey dahil adam başı yaklaşık 900 Eur.
  • Birçok batı ülkesinden ve Türkiye'den daha güvenli. Tabiki heryerde olduğu gibi yankesicilere karşı dikkatli olunmalı.
  • Ulaşım için tren ve bazı otobüs firmaları rahatlıkla tercih edilebilir.
  • Ülkeye, İspanyol, Fransiz ve Amerikalı turistler başta olmak üzere çok sayıda turist geliyor. Yalnız gezen bayan turistler var ancak tacizden şikayetçiler. Yanında erkek olan bayan turistleri rahatsız etmiyorlar. Bayanların kapanma zorunluluğu yok ama iç kesimlerde giyim ve davranışlara dikkat etmekte fayda var.
  • Ülke 1950'lı yıllarda Fransız hegomonyasından kurtulmakla beraber, Fransızlar halen ekonomik anlamda ülkeye hakimler. Çok sayıda Fransız ülkede ticari faaliyette bulunuyor ve Faslıları ucuz iş gücü olarak çalıştırıyor.
  • Faslılar çok kibar ve nazik insanlar, hatta sözde kibarlıkları ile meşhur Fransızlar Faslıların yanında çok kaba kalıyorlar.

 
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!