1 Temmuz 2007 Pazar

Singapur

Yakında...






Malezya


Perhantian Islands


View Larger Map

Singapur'dan bindiğimiz otobüsten, sınırı geçmek için iniyor, çantalarımızı da otobüsten alarak yaya  olarak geçiş işlemlerimizi yapıyoruz. Gümrükten geçtikten sonra bizi bekleyen otobüse tekrar binip 15-20 dakikalik bir yolculuktan sonra Johor Bahru şehrindeki terminalde inerek bizi Malezya'nın kuzey doğusunda yer alan Kuala Terranganu'ya götürecek diğer otobüse geçiş yapıyoruz. Daha doğrusu geçemiyoruz çünkü otobüs soförü inerken nasıl becerdiyse kapıları içeriden kilitlemiş ve içeriye girilemiyor. Otobüsün kapılarını açmak için yaklaşık yarım saat uğraşıyorlar ve bu uğraşın sonucunda şoförün yan tarafındaki büyük pencereyi kırıveriyorlar. Yaklaşık 9-10 saatlik yolculuk boyunca kırık pencereden gelen rüzgar ile en azından şoförün uyanık kalacağının garantisini almış oluyoruz. Kapıların kilitli kalması maceralı bir yolculuğun ilk habercisiymiş ama bunu henüz bilmiyoruz.


Otobüs şoförü artık kırık camın etkisiyle mi yoksa fizik kurallarından bi haber olması sebebiyle mi bilemiyoruz ama zaten hızlı bir şekilde kullandığı otobüsü virajlara girerken daha da hızlandırıp, bizi bir o yana bir bu yana sallayarak Malezya'nın içlerine doğru götürürken gece yarısı tam olarak hiçliğin ortasında otobüs arızalanıyor. Bu sefer kayış kopmuş. Neyseki yedek kayış var ve bu kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde ormandan gelen garip hayvan sesleri eşliğinde bir saatlik bir bekleme sonucu tekrar yola koyuluyoruz.


Otobüs, Business Class dedikleri tekli ve ikli koltuklardan oluşuyor ve koltuklar gerçekten çok rahat. Otobüste bizden başka yabancı olarak bir Alman ve Singapurlu 3 genç var. Singapurlu gençlerde bizim gibi Perhantian adasına gidiyorlarmış. Otobüs sabaha karşı bizi yol üzerinde Jertuh denilen bir kasabada indiriyor ve yoluna devam ediyor. Buradan taksi ile Kota Bahru'ya giderek Perhantian adasına gitmek için bir tekne ayarlayacağız. Üzerimizde hiç Malezya parası Ringit yok. Şans eseri bir ATM görüyorum ve şansımı denemek istiyorum. Türkiye'deki hesabım üzerinden bir dakikadan az bir sürede para çekebildiğimi görünce teknolojiye bir kez daha teşekkür ediyorum. Taksi ile yaklaşık 15 km'lik bir yol ile Kota Bahru'ya ulaşıyoruz. Perhantian adasına kalkacak dolmuş teknenin kalkış saatini beklerken kahvaltı yapmak istiyoruz ama Malezya'nın temizlik anlayışı benim bile iştahımı kaçırıyor doğrusu. Kota Bahru bir balıkçı köyü ama köyün 20 km. açıklarındaki bu cennet adalar sayesinde sırt çantalı turistlerin bir geçiş noktası olmuş.


Adaya geçiş için küçük, kötü bir tekne beklerken karşımızda çift motorlu bir sürat teknesi buluyoruz. Normal tekneler ile 2 saat süren yolculuk bu sürat moturu ile 45 dakika sürüyor. 10 kişilik tekneye kucak kucağa 20 kişi doluşup yola koyuluyoruz. Yolda sahil güvenlik teknelerinin devriye gezmesi sebebi ile durup bize can yelekleri dağıtıyorlar. Hayati bir güvenlik önlemini sadece kontrol olduğu zamanlarda uygulama yöntemi tanıdık geliyor bana.




Perhantian adası küçük ve büyük Perhantian olmak üzere karşılıklı iki adadan oluşuyor. (Perhantian Kecil ve Perhantian Besar). Perhantian Kecil'de büyük olana nazaran daha fazla tesis var ve fiyatlar daha makul. Biz Kecil'de kalmayı planlıyoruz. Long Beach'de  tekneden inerek kendimize kalacak bir yer aramaya başlıyoruz. Tesisler oldukça mütevazi, genelde bungalov türü yerler var. Çok temiz oldukları söylenemez, nispeten daha temiz olan ve Long Beach'e bir tepenin yamacından bakan Mohsin Chalet'te kalmaya karar veriyoruz. Bungalovumuza giderken, bizdeki kertenkelelerin ufak bir köpek boyutunda olan bir ada sakini karşılıyor bizi.




Ada tam olarak cennetten bir köşe; yiyip içmek, yatmak, dalmak ve yüzmek dışında yapacak bir şey yok. Tam benlik...Adada geçirdiğimiz 3-4 gün boyunca, snorkel ile mercan kayalıklarına ve balıklara hayran hayran baktık. Zaten sığ ve sıcak olan deniz, iki ada arasında kalan koyların iyice sığlaşması sebebi ile banyo suyundan bile daha sıcak. Benim gibi soğuk denizi sevmeyenler için cennet üstü halis kaymak gibi birşey. Eşimin dalış sertifikası olmasına rağmen dalış okulları bize pek güven vermediğinden sadece snorkel ile yüzmeyi tercih ettik. Zaten mercan kayalıkları kıyıya çok yakın yerlerden başladığı için pek bir şey kaçırdığımızı sanmıyorum.

Kaldığımız Long Beach adanın eni en dar noktasında yer aldığından orman içindeki bir patikadan 15-20 dakikalık bir yürüyüş ile adanın diğer kıyısına geçiş çok kolay. Hemen her gün iki kıyı arasında mekik dokuduk.




Bir başka gün, tam günlük bir snorkel turuna katılıyoruz, küçük bir teknede 2-3 turist ile birlikte Küçük ve Büyük Perhantian adalarındaki koyları tekne ile dolaştırıp, uygun koylarda snorkel molaları veriliyor. İlk molamızı dev su kaplumbağlarını görmek için veriyoruz. Bizi gören kablumbağlar derin sulara kaçtığından dalış turu almak gerektiğini anlıyoruz. Daha sonra köpek balığı koyuna gidiyoruz, hep birlikte suya atlayıp, ördek yavruları  gibi önde tekne kaptanı peşinde bizler kaptan nereye yüzerse bizde peşinden gidip köpek balığı arıyoruz ama nafile. Zaten bir ara yanaşıp kaptana burada hiç köpek balığı görüp görmediğini soruyorum, yanılmamışım aslında bu bir "turist trap", kendisi bile şimdiye kadar 1-2 sefer görebilmiş. Aslında çok umrumuzda değil çünkü üzerinde yüzdüğümüz mercanlar ve envai çeşit renkli balık, köpekbalıklarını unutturuyor bize. Su altı kameram olmadığı bu güzelliklerin fotoğrafını çekemiyorum. En çokta deniz yosunları arasından kafalarını çıkarıp bize bakan anemonlar ilgimizi çekiyor.




Tur sırasında öğle yemeği için, adanın bir ucundaki turistik olmayan sadece yerellerin yaşadığı bir koyda mola veriyoruz. Malaylar gerçekten bugüne kadar gördüğün en pis insanlar.(Hindistan kadar değildir sanıyorum...) Yemek yerken yan tarafta bir kadının sokakta yerdeki bir tahta üzerinde yemek hazırlığı yaptığına şahit oluyoruz, aynı tahtada sebze, tavuk ve balık temizliyor, arada sırada birşeyler getirmek için kalktığında üzerinde yemek hazırladığı tahtaya basmakta bir sakınca görmüyor. Tavuk ve balık çöplerini hemen yanı başına, sokak ortasına tavuklar yesin diye atıyor. Hijyen konusuna özellikle tatil sırasında çok takmam ama burada benim bile dikkatimi çeken bir rahatlık var.






Bütün gün snorkelle yüzüp bungalova döndükten sonra anlıyoruz başımıza geleni. Mercanlara  ve balıklara bakalım derken sırtımızın ve popolarımızın güneş altında kalıp anemonların rengini aldığını geç farkediyoruz. Soğuk duş, ıslak havlu, nemlendirici krem hiçbirşey fayda etmiyor. Bütün gece boyunca acımızı hafifletsin diye iki kutu nemlendirici tüketiyoruz. İnsanların neden uzun kollu tisort ve pantolonları ile yüzdüğünü bu sayede anlıyoruz.

Ertesi gün, dünden aldığımız acı tecrübe ile uzun kollu tişörtlerimiz ile çıkıyoruz ve deniz yerine adadın tümünü kaplayan ormana dalıp adanın en yüksek noktasına çıkmaya niyetleniyoruz. Pansiyon sahibinin önerisi ile yanımıza 1,5 litre su alıyoruz. Hava aşırı sıcak ve nemli, orman dediğime bakmayın bildiğiniz "yağmur ormanı" normalde el kadar olması gereken yapraklar benim kadar, bildiğin sivrisinekler elim kadar, yerler çamur ve kök karışımı. Ormana girdikten daha yarım saat bile geçmeden 1,5 litre suyun dibi göründü, biz daha yolun yarısına bile gelemedik. Dönsek mi acaba derken kafam kadar bir örümceğe kafadan dalmaktan son anda kurtulunca gerisin geriye dönmeye karar veriyoruz. Yol iz olmadığından dönerken farklı bir yöne sapıp, denize kadar inen bir yarın ucundaki bir bungalova çıkıyor yolumuz. Etrafta kimse yok, bungalovun terasında biraz keyif yapıp tekrar odamıza dönüyoruz.



Ada geçirdiğimiz 3-4 gün boyunca, hemen her gün akşama doğru birden bire sağanak şeklinde bir yağmur yağıyor. Bütün gün boyunca güneşten sonra gelen bu yağmur ortamı serinletiyor ancak nemi çok yükseltiyor. Akşam yemeklerini konakladığımız Muhsin Chalet'te yiyoruz, tavuk,et ve balık  ağırlıklı yemeklerin yanında mutlaka tatlı patatesten yapılmış bir salata veya püre oluyor. İlk defa yediğimiz için ilginç geliyor ama bir kaç seferden sonra sıkmaya başlıyor. Öğle yemekleri için genelde adanın diğer kıyısındaki bir cafeye gidiyoruz, denize sıfır bu cafede bölgeye has daha çeşitli yemekler bulabiliyoruz. "Nasi Lemak" en sevdiğimiz yemeklerden, hindistan cevizi sütü ile pişirilmiş, balık, et ve çeşitli sebzeler eklenmiş pirinç pilavı. Genelde üzerinde kızarmış yumurta ile servis ediliyor. Bir diğer yemekleri ise Chicken veya Beef Satay. Bildiğin barbekü tavuk veya et, ama barbeküye atmadan önce baharatlı bir sosa buluyorlar. Malezya'da ayrıca hindistan cevizi sütü başta olmak olmak üzere bol bol taze meyve suyu içiyoruz. Ada da bol miktarda hindistan cevizi ağacı olmasına  ve hindistan cevizleri dökülüp yerlerde çürümeye terkedimesine rağmen ne zaman hindistan cevizi suyu istesek bize kapalı kutularda fabrikasyon sular getirdiler. Tazesini neden bulamadığımızı sorduğumuzda ise, hindistan cevizi ağaçlarına kimsenin çıkmak istemediğini öğrendik, yani kısaca tembellik.




Dönüş günü geldiğinde, önceden sözleştiğimiz üzere, bizi adaya getiren tekne belirlenen saatte bulunduğumuz koya gelip bizi tekrar karaya götürürken gözümüz arkada kalıyor. İstikamet, 6- 7 saatlik bir otobüs yolculuğu ile Malezya'nın başkenti Kuala Lumpur. Burada 1-2 gün geçirip sonra Kamboçya'ya geçeceğiz.



Kuala Lumpur
Sadece Kuala Lumpur'u gören bir yabancı, Malezya'nın Asya'nın en gelişmiş, modern ülkelerinden birisi olduğunu söyleyebilir. Doğrusu, Malezya'nın içlerine yaptığım otobüs yolculukları olmasa bende aynı şeyi söyleyebilirdim. Ülkenin başkenti olan Kuala Lumpur gerçekten çok güzel makyajlanmış bir Malezya imajından başka birşey değil.

Şehrin nispeten daha eski ve otoantik bir bölgesi olan Çin Mahallesinde bir otele yerleşiyoruz. Otel, Çin Mahallesinin en merkezi yeri Central Market'e bakan bir sokakta. Şehirde fazla kalmaya niyetimiz yok, bu yüzden gece görüntüsü çok daha güzel olan Petronas Tower'ı ziyaret ediyoruz. Gündüz saatlerinde kulenin ortasında yer alan gözlem katına ücretsiz çıkmak mümkün, ama kulelere dışarıdan bakmayı yeğliyoruz.




Turistler için ziyaret edilecek yer çok, ulusal müze, hayvanat bahçesi, botanik parkı, alışveriş merkezileri  vb. yerler oldukça popüler. Biz Hint'lilerin kutsal mekanlarından olan Batu Caves'i ziyaret etmek istiyoruz.Şehrin 15 km. kadar kuzeybatısında yer alan bu tapınağa gitmek için bir taksiye biniyoruz. Şansımıza taksi şoförü Hint'li çıkıyor ve yol boyunca sohbet ediyoruz. 27 milyonluk Malezya nufusunun yarısından fazlasını Müslüman Malay'lar oluşturuyor ve siyasi anlamda yönetim tamamen bu grubun elinde. Nüfusün %25'ini oluşturan Çinliler ise ticari olarak oldukça aktifler ve ekonomik gücü ellerinde bulunduruyorlar. %7'lik Hint'liler ise en fakir kesim. En vasıfsız işlerde onlar çalışıyor. Hint'li şoförümüz, Malezya'daki Hintlilerin fakir olduklarını ama en azından mutlu olduklarını anlatıyor, ama biraz daha üzerine gidince aslında bu durumu mecburen kabullendiklerini aksi takdirde üzerlerinde büyük bir baskı hissettiklerini anlatıyor. 15 km'lik yolu trafik yüzünden yarım saatte aldıktan sonra Batu Cave'e varıyoruz. Her Hint mahallesi veya tapınağı gibi bu bölgede de havada keskin bir koku var .



Mağara içindeki tapınağa ulaşmak için 272 basamak merdiven çıkmak gerekiyor. Ama merdine konuşlanmış ve elinizdeki, çantanızdaki yenebilir, yenemez her türlü eşyaya göz dikmiş onlarca maymun sayesinde bu merdiven ızdırap olmaktan kurtuluyor. Eşyalarını maymunlara kaptıran "yolcu"ları izleyerek eğlenebilmek mümkünken birden bire mağdur pozisyonuna düşüp maymunların peşinden koşuşturmanız işten değil.


Her yıl Ocak ayı sonunda düzenlenen Thaipusam festivalinde yaklaşık bir milyon hintli bu kutsal mekana gelerek hacı olmaktalar. Bazı hacıların vücütlarına kancalar geçirerek kutladıkları bu festival zamanı dışında da tapınak oldukça hareketli. Merdivenlerin sonunda mağaranın içine giriliyor ve içeride birkaç ufak tapınak daha bulunuyor.






Kuala Lumpurda bir gün bir gece geçirdikten sonra, ertesi gün sabah çok erken saatte Kamboçya'ya uçacağız.



Kamboçya

Siem Reap
Kuala Lumpur'dan Air Asia uçağı ile Kamboçya'ya doğru yola çıkıyoruz. Bunun için şehir merkezinden çok erken saatte ayrılıp, şehirden bir saat uzaklıktaki budget uçuşların gerçekleştirildiği havalanına doğru yola çıkıyoruz. Air Asia bölgede oldukça kaliteli ve ucuz uçuşlar gerçekleştiren bir havayolu. Öyleki, check-in sırasında koltuk numarası bile verilmiyor. Uçağa girdiğinizde boş bulduğunuz koltuğa oturuyorsunuz. Uçuş sırasındaki tüm ikramlar ücretli. Ama fiyatlar çok yüksek değil. İki kişi gidiş-dönüş biletlerimizi yaklaşık 350$'a alıyoruz. İki saatlik uçuş sonrası Siem Reap'dayız.


Siem Reap Uluslararası Havaalanı.

Uluslararası bir havaalanı ama oldukça şirin ve küçük, tek bir bagaj bandı var. Gitmeden önce İstanbul'dan aldığımız vizede çıkan bir sorun yüzünden, havaalanındaki askeri yetkililer ile bir süre birlikte vakit geçiriyoruz. İstanbul'dan vize alırken ödediğimiz vize ücretini geri alabilmemiz için Kmerce yazılmış ve hiçbirşey anlamadığımız bir metine parmak bastırdıkları bir belgeyi yeni vizemiz ile birlikte bize teslim ediyorlar. Zaman kaybediyoruz ama bu sayede Kamboçyalıların ne kadar güleryüzlü ve yardımsever insanlar olduklarını anlıyoruz.

Havalanından çıkmadan, bir miktar dolar bozduruyoruz, 50$ karşılığında bize nerede ise bir torba dolusu Kamboçya riel'i veriyorlar. Ama Kamboçya'da geçirdiğimiz günlerde aslında doların kendi paralarından daha fazla geçerli olduğunu anlıyoruz. Öyleki elimizdeki Kamboçya riel'lerinden kurtulmak için bayağı uğraşmamız gerekti. Siem Reap bölgesine çok sayıda turist geldiğinden, bir çok yerde fiyatlar dolar üzerinden. Riel ile ödeme yapmak istediğimizde kendi para birimlerine çevirim yapmakta epey zorlanıyorlar. Bu yüzden döviz bozdurmaya hiç gerek yok.

Vize sorunu yüzünden havaalanından geç çıktığımız için etrafta başka hiçbir yolcu yok. Bu sebeple havaalanı dışında bekleyen "Tuktuk"çu bulamıyoruz. Yorgunluğunda etkisi ile özel bir araç ile Siem Reap şehir merkezindeki otelimize gidiyoruz.



Otelimiz (Bopha Angkor Hotel), şehir merkezinde şirin bir butik otel. Gitmeden önce internet üzerinden ayarladığımız otelimizden çok memnun kalıyoruz. Her bir oda ahşap ve taş ağırlıklı olarak özel bir şekilde dizayn edilmiş ve adı gibi Angkor Wat bölgesi mimarisini çağrıştırıyor. İçinde kurbağa ve süs balıklarının yüzdüğü süs havuzlarının dışında bir de yüzme havuzu bulunuyor. Şehir merkezinin uzağında bulunan beton yığını 5 yıldızlı otelleri görünce otelimizi daha da seviyoruz.




Tonle Sap Gölü
İlk gün yol yorgunluğununda etkisi ile çok fazla yorulmayacağımız bir aktivite seçiyoruz. Şehrin 15 dakika uzağındaki Tonle Sap gölüne gidiyoruz. Göl, güneydoğu Asya'nın en büyük tatlı su göllerinden biri. Çamur rengindeki göl, çevresindeki halkın ana geçim kaynağı. Kızıl Kmerler yönetimi sonrası büyük bir ekonomik çöküntü yaşayan halkın halen büyük bir kısmı çok fakir. Göl yağmur mevsimi ile beraber taşkınlara sebep olduğundan, geçimini gölden sağlayan halk çareyi, yüzer evlerde yaşamakta bulmuş. Böylece göl nereye giderse üzerinde yaşayanlarda onunla beraber hareket ediyor. Bütün ihtiyaçlarını gölden karşılıyorlar, temizlik, bulaşık, hatta içme suyunu bile gölden karşılıyorlar. Göl üzerinde yüzer kilise ve okul bile var. Bindiğimiz tekneye kendi tekneleri ile yanaşan Kamboçyalı çocuklar bize içecek su, bira vs. satmaya çalışıyorlar. Yalvarmalarına dayanamayıp birer bira alıyoruz. Siem Reap'da geçireceğimiz diğer günlerde de turistlere birşeyler satmaya çalışan çocuklardan daha çok göreceğiz.



Angkor Wat

Güzel bir uykunun, acılı bir çorbayla yapılan kahvaltının ardından sıra artık, bir şekilde çocukluğumdan beri varlığından haberdar olduğum ve mutlaka görmek istediğim bir yer olan Ankor Wat bölgesi ve tapınaklarına geliyor. Bir gün önceden bindiğimiz taksinin şoförü aracılığı bulup anlaştığımız Tuktuk'cuyu otelin dışında sabah erken saatte bizi bekler buluyoruz. Motorsikletin arkasına takılmış iki kişilik oturma yeri olan bir fayton benzeri bir araç bu Tuktuk. 3 gün boyunca bizi hem Angor Wat bölgesinde gezdirip hemde rehberlik yapacak Tuktukcumuz ile 3 günlüğüne 25 dolar gibi oldukça ucuz bir ücrete anlışıyoruz. Bu ücret üzerinden bile pazarlık yapan Amerikalı turistlere inat, kendisinin teklif ettiği bu rakamı hiç pazarlık etmeden kabul ediyoruz. Bölgedeki 3 günü sıcak hava, aniden bastıran tropik yağmurlar, motorsiklet gürültüleri ve toz duman arasında, ter içinde geçireğiz. Tapınak bölgesine giriş için adam başı 20 dolara üç günlük bir bilet alıyoruz.
 

Kimer uygarlığı tarafından 9-14.yy'lar arasında inşa edilmiş bu tapınaklar çok büyük bir bölgeyi kapsıyor. Tamamen taştan inşa edilmiş ve bu sayede günümüze kadar ulaşmış olan bu devasa tapınaklar yerleşim amacı ile kullanılmamış. Yerleşim amacı ile kullanılan mekanlar ise ahşaptan yapıldığı için günümüze ulaşamamış. 14.yy dan itibaren ise Kimer uygarlığının çökmesi ile birlikte tapınaklar bu yüzyılın başına kadar kaderine terk edilmiş ve devasa bir tropik ormanın içinde kaybolmuş. Devasa boyutlardaki bu taş tapınakların orman içindeki görüntüleri gerçekten çok etkileyici. Fotoğraflara ise bu duyguyu yansıtmak çok zor.


Bölgede onlarca terkedilmiş tapınak var. Angkor Wat bunların en büyüğü ve en ünlüsü. Ağaçların ve ormanın gazabından en az etkilenmiş tapınak olmasının etkisi ile çok ihtişamlı görünüyor. Sabah tapınağın bahçesinde güneşin doğuşunu seyretmemiz gerektiğini söyleyen ve sabah erkenden bizi otelden almaya gelen rehberimizi kırmıyoruz ve bizde bu büyülü anı seyretmeye gidiyoruz.


Tapınağın yüksek kulelerine çıkarken nemli ve sıcak havanın etkisi ile birkaç defa mola vermek zorunda kaldım. Basamaklar çok dik ve yüksek olduğundan ellerinizle tutunarak çıkmak zorunda kalıyorsunuz. En yüksek noktaya çıkıldığında, tapınağın içerisinde kaybolduğu yağmur ormanlarına da yukarıdan bakabiliyorsunuz.


Bölgedeki bir başka ünlü tapınak Ta Prohm. Devasa ağaç kökleri arasında kaybolmuş tapınak görüntülerine filmlerden aşinayız. Aşağıdaki fotoğrafları ağaç köklerinin büyüklüğünü göstermek için çekiyorum.
 



İhtişamlı Angkor Thom tapınağı içerisinde birden fazla tapınak ve gölet barındıırıyor. İçerisindeki bazı tapınaklar Budist rahipler tarafından halen kullanılıyor.


Tapınak bölgesindeki en uzak tapınak olan Bantray Srei, diğer tapınaklardan farklı olarak kırmızı renkli taşları ve ince taş işçiliği ile dikkat çekiyor.(Evet Türkler dünyanın her yerinde, uçsuz bucaksız tapınaklar bölgesinde bizden başka kimsenin olmadığı bir tapınağa biz oradayken başka bşr Türk çift geliyor)




Bir tapınak ziyareti sırasında bize kendi yaptığı kağıttan kuşları satan Chai ile birlikte bir fotoğraf çektiriyoruz. Kendisi hemen her ülkenin başkentini bildiğini iddia ediyor ve sorduğumuz sorulara Ankara'da dahil olmak üzere doğru yanıtlar veriyor.

Pol Pot liderliğindeki Kızıl Kmer'lerin yaptıkları bir darbe ile ülke yönetimini ele geçirdikleri 1975 yılı sonrasında ülke büyük bir çöküntü yaşamış. Pol Pot'un giriştiği büyük kıyım sonrası, iç çatışma ve Vietnam ile olan sorunlar sebebi ile 2 milyona yakın insan hayatını kaybetmiş. Bu sorunlar bugün için düzemiş görünmekle beraber, ülke halen dünya üzerinde en çok kara mayınının bulunduğu ülke ünvanından kurtulamamış. Bizde bu kısa gezimiz sırasında bir ayağını veya bacağını kaybetmiş bir çok mayın kurbanı görüyoruz. Bu kişilerden bazıları yürütülen projelerle meslek sabihi olmuşlar. Aşağıdaki fotoğrafta tapınak ziyaretçilerine müzik yaparak geçimlerini sağlayan bir grup kara mayını kurbanı görülüyor.

Bir başka akşam, Old Market'e giriyoruz. Bildiğimiz semt pazarı ortamı ama üstü kapalı mekan çürük balık ve sebze-meyve kokusundan geçilmiyor.

Siem Reap'ta geçirdiğimiz 3-4 gün boyunca hemen her öğleden sonra şiddetli sağanak şeklinde yağmur yağıyor. Günün geri kalan zamanları ise oldukça sıcak ve nemli. Tapınak gezilerimizden sonra otelimizde dinlendikten sonra akşam yemeği için dışarı çıkıyoruz. Otelimizin mutfağı çok başarılı olduğundan akşam yemeklerini genelde otelde yiyoruz. Yemekler çok baharatlı olmasına rağmen hoşumuza gidiyor. Sabahları klasik kontinantel kahvaltı bulunmasına rağmen Kamboçya usulu kahvaltı ile günlere başlıyoruz; sıcak çorba. Turistik bir bölge olması sebebi ile ufacık şehir merkezinde oldukça şık ve keyifli dekore edilmiş onlarca cafe ve restorant bulmak mümkün. Akşam yemeklerini otelde yediğimizden biz akşamlarımızı yorgunluk atmak için masaj salonlarında geçiyoruz. Kırmızı ışıklı masaj salonları dışında aydınlık olan salonlarda var ve 8 dolar gibi bir fiyata bir saat masaj yaptırabiliyorsunuz.






Sonunda ayrılık vakti geliyor ve gözümüz arkada kalarak uçakla Malezya'ya oradanda otobüsle Singapura doğru dönüş yolculuğumuza başlıyoruz.

 
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!